Cumhuriyet’in Ziraatçıları İyriboz Kardeşler
Avluya giren Üçüncü Ordu Kurmay Yüzbaşısı Mustafa Kemal’di.
Dik yakasına kadar düğmeleri ilikli üniformasının içinde dimdik
duruyordu. Çatıya tekrar tekrar havalanan güvercinleri sokaktan
gördüğü için mi avludan geçmek istemişti, bilinmezdi. Celal’le
Nihat genç subayın duruşundaki, bakışlarındaki fevkaladelik
karşısında aynı anda ayağa kalktılar. Fatma’nın, “Yeğenlerim.”
demesi üzerine Mustafa Kemal delikanlıları selamladı ve
“Siz ne olacaksınız? Ne iş tutacaksınız?” diye sordu fakat cevap
beklemeden devam etti. “Asker olun. Siz asker olun.”
1909’da Selanik’teki bu karşılaşmadan sonraki yıllarda İyriboz kardeşler asker olmadılar ama ülkemiz tarımının gelişmesine hizmet eden ziraatçılardan oldular. Tarımsal üretimin kesintiye uğramasını, ülkenin işgal altında olması kadar tehlikeli gören Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yönlendirmesiyle…
Cumhuriyet hiç kuşkusuz, varoluşlarının asıl nedenini ülkeye hizmet etmek olarak kabul eden kuşağın eseriydi. Daima bilimin ışığında, büyük bir adanmışlıkla, Cumhuriyet’e ve ideallerine inançla, ömürlerinin sonuna kadar çalışan; bu kitapta adı geçen tüm ziraatçılar gibi.
Gazi Mustafa Kemal Paşa ve tarihimizde iz bırakan pek çok şahsiyetle yolları sıkça kesişen İyriboz kardeşler, yakın tarihimizin unutulmaması gereken dönemlerinin tanıklarıydı aynı zamanda.
Hiçbir Zamanda
“Leyla anılarının onu esir almasına karşı koyabilir mi?
Ya Ayhan Bey?
Unutulmuşluğun kader olduğu coğrafyada yaşadıklarını keşke hiç hatırlamasa…”
Çakıl ile Tarçın
Çakıl ile Tarçın, şu anda Kanada’nın Vancouver kentinde yaşayan iki kardeş. Bu kitaptaki öyküler onların başından geçen olaylara dayanıyor.
Farklı karakterlerde, birbirlerini çok seven bu iki kardeşin heyecanlı maceraları hem eğlendirici hem düşündürücü.
Kan Kırmızı
Pogaryanlar, Şebinkarahisar’ın Çırdak Köyünden İstanbul’a yola çıkarken Rumeli Hisarı’na yerleşeceklerini, Robert Kolej’in kendilerine iş, aş ve irfan kaynağı olacağını bilemezlerdi. Dahası iki dünya savaşı arasında Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık edecek; azınlıklara uygulanan haksız politikalara göğüs gereceklerdi. Sürgünlere, göç yollarındaki kayıplara, kendilerine bile yetmeyen gelirlerinden kesilen varlık vergisine dayanabilmek için sadece sevgiye ve bilgiye sığındılar. Geleneklerine bağlı yaşamlarının zihinlerinde bıraktığı izleri nesilden nesile anılarıyla naklettiler. Ailenin Rumeli Hisarı’nda doğan bireylerinden Antranik Varak Pogaryan’ın çocukluğundan başlayan ve Robert Kolej’deki eğitimine, cirit atma şampiyonluğuna, Berlin’deki Olimpiyatların “heil Hitler” naralarına, Atatürk’le güzel bir Pazar sabahı, bir piknik masası etrafında biriktirilen unutulmaz anılara ve nihayet biricik aşkı İra’yı bulmasına uzanan bu hikaye, dostluklarıyla beslenen insanların öz yaşam hikayesidir. Kan Kırmızı, Pogaryanların bir asrı aşan aile hayatlarının ve Antranik Varak Pogaryan’ın yaşamından otuz yıllık bir kesitin biyografik romanını sunuyor. Üstelik Atatürk’ün küçük Varak’a verdiği adla.
Gelincik
Mayıs Çerkesler için hüzün ayıdır. 1864’te atayurtları Kafkasya’dan sürgün edilen yüzbinlerce Çerkes, dumanlı dağlarını, bereketli tarlalarını, zengin ormanlarını, doğup büyüdükleri köylerini terk etmek zorunda kaldılar. Yiğit erkekler, fidan boylu kadınlar, destanlar yazmış yaşlılar ve masum çocuklar yüreklerinde vatan acısıyla yollara düştüler. Ne yapacakları yolculuk ne de varacakları Osmanlı Ülkesi hakkında fikir sahibiydiler. Onlarcası hastalık, açlık ve susuzluk yüzünden can verdi. Geri kalanlarsa onurları ve sıkı sıkıya bağlı oldukları gelenekleri ile yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar.
Gelincik, küçük Çerkes kızı Maze ile kardeşi Daryal’ın soluk kesen yolculuklarını ve on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’un değişen kaderini anlatıyor. İki kardeşin duygu dolu hikayesi, Sultan Abdülaziz’in son günlerine kadar pek çok tarihi olayla kesişiyor. Üstleri örtülse de kapanmayan yaraların, bambaşka yönlere savrulsalar da birbirlerine görünmez iplerle bağlı insanların romanı Gelincik.
Çerkes dramında son bulan hayatlara…
Matmazel Nina
Umarofflar, Ekim Devrimi’nin savurduğu on binlerce aileden biriydi. Baba Alexei, anne Elena ve yolda doğan kızları Nina. 1917’de başladılar göçmeye, Perm’den yola çıktılar. Trenle bir uçtan diğerine dolaştılar Rusya’yı. Sonra Çin, Japonya, Sri Lanka, Mısır. 1940’ların başında son duraklarına vardılar. Burası onların yeni ülkesi yeni evi olacaktı. Şehirlerin ecesi İstanbul…
Matmazel Nina, Umaroffların yollarda geçen ömrünü anlatıyor. Onlar ideallerin, umutların ve aşkların filizlenmeye fırsat bulamadığı, yürek donduran, gönül kırıcı şartlarla karılaştılar. Onca acı onca yoksunluk çektiler. Ama tüm geride kalanlara ve yolda bırakılanlara rağmen yaşama coşkusu, içilen bir yudum çay ile yanağa kondurulan sıcak bir öpücüğün avuntusunda gizlenip kaldı. Ve İstanbul, bize kedini başka bir gözden bir defa daha anlattı.
Boğazın sakladığı bir sır, suların koynunda dinlendirdiği bir yaşam öyküsü, mehtabın şarkılar söylediği bir aile… Birkaç sepete sığdırılan tüm bir ömür ve binlerce anı… Umaroffların öyküsünü unutamayacaksınız.